Bill Gates’le tanışmam…

Mirim, sene 1983…

ODTÜ mezuniyeti sonrası bir burs kazanmışım, Stanford’a Master için gitmişim, Artık son çeyrekteyim. Bir ders aldım sadece 1 kredi, dersin adı, “Seminer”. Stanford her hafta bir seminer düzenliyor. Seminere bölge (o zaman adı Silicon Valley değil) şirketlerinin üst düzey yöneticiler geliyor. Yarım saat konuşuyorlar. Sonra, eğer konuyla ilgileniyorsanız, soru sorabiliyorsunuz. Yoklama kağıdına imza atıyorsunuz, Dönem sonunda 1 krediyi alıyorsunuz.

Notunuz A, B falan değil. “S” “Satisfactory”. Eğer seminerlerin yarısından fazlasına gitmezseniz, “U” “Unsatisfactory “oluyor. 1 krediyi alamıyorsunuz.

Semineri verenlerin iş programları sebebiyle seminerler cuma günü akşam üstü olurdu genellikle. Bir sürü hiç ilgimi çekmeyen seminere gidip imza attım ama bir tane seminer çok ilginçti.

Apple şirketinin satış müdürüydü semineri veren. Dürüst olmam lazım, ismini hatırlamıyorum. Ama adam başlar başlamaz tüm dinleyicilerin ilgisini çekti.

“Personal Computer”. Sene 1983.

Ülen, “Computer” dediğin cihazın “Personal” olabilmesi için “person”ın “Very Imprtant Person” olabilmekten başka çaresi yok. Ben ODTÜ’de CS200 den AA almışım ama o kart delme makinalarında neler çektiğimi ben biliyorum. Stanford’a hasbel kader gelmişim. Üniversitede iki tane mainframe var, birisi IBM öbürü HP. İlk defa monitör görmüşüm hayatımda. Fortran IV programlar yazıyorum ki, hata yaptığımda “DEL” tuşuna basıyorum. Kart delgi makinalarında yeniden sıraya girmem gerekmiyor.

Seminerdeki Apple satış müdürü “Personal Computer” diyor.

Anlattı.

PC nin adı “Lisa” idi. Bir bilgisayar, bir yazıcı, hard disk yok. İki tane disket sürücü. Disket sürücülerin her birinin kapasitesi 360 Kb. MBA yapan çocuklardan birisi hedef kitlelerini ne olduğunu sordu.

“Hedefimiz CEO lar” dedi satış müdürü. “Her CEO nun hayatını zorlaştıran sekreterleridir, Lisa bu sekreterlerin yerini alacak.” dedi. Düşündük, gerçekten hepimiz her müdürün bir yazıyı sekretere defalarca daktilo ettirdiğini hatırladık. Halbuki Lisa klavyesiyle CEO yu bütünleştirecek ve CEO yazısını yazıp, bir defada doğru yazıyı yazdırabilecekti.

Ben elimi kaldırdım soru sormak için.

“Kaça satacaksınız Lisa’yı?” diye sordum.

“10.000 doların altında!” dedi.

Seminer salonunda bir gürültü koptu.

İnanamamıştık.

Apple şirketi kurucuları Stanford mezunu olmasa, Apple şirketi Stanford’da seminer veremezdi. İlgiyle izledim kampanyalarını. Küçük otellerde Lansman toplantıları, küçük bütçeli kampanyalar…

Bayağı başarılı olmuştu.

Derken, IBM devreye girdi. IBM benim gözüme Pamuk Prensesin üvey annesi gibi gözükmüştü o gün. Tüm ulusal gazetelerde tam sayfa bir ilan çıktı.

Sayfa bembeyaz. Sayfanın tam ortasında daktilo harfleriyle bir cümle…

“Don’t buy it, just wait!”

“IBM”

Türkçesi… “Almayın bekleyin!”

“IBM”

“IBM” o zamanlar şimdiki gibi değildi. Hem teknolojik olarak hem de pazarlama açısından zirvedeydi. Düşünün tüm bankaların, bilgi işlem departmanları yoktu. O işlevi gören departmanların adı “IBM Departmanı”ydı

O zamanlar dikiş makinalarına “SINGER” elektrik süpürgelerine “Hoover”, bilgisayarlara “IBM” deniyordu.

Lisa hiç satamadı. McIntosh olarak daha başarılı oldu galiba. O başarıyı da tartışacak çok arkadaşım var.

IPhone çok iyi bir telefon mu, yoksa Ericson, Nokia bir gazeteye ilan vermeyi akıl edememişlerdi?

Ancak hikayem bitmedi. IBM, IBM DOS’u bir türlü hazır edememişti. William Gates isimli bir delikanlı MS DOS u IBM kalite kontrol departmanına kabul ettirmeyi başardı.

Veeee, IBM PC piyasaya çıktı, Hemen sonra IBM PC-XT yi çıkardıklarında (ki 10 MB bir hard disk vardı o makinada) uzak ara pazar lideri oldular.

William Gates, sizin bildiğiniz Bill Gates. O dönem boyunca satılan her IBM PC den işletim sistemi ücreti alarak, bugün bildiğimiz Microsoft’u yarattı.

Lisa satabilseydi, bugün çok farklı teknolojileri kullanıyor olabilirdik diye düşünüyorum.

Ders alınacak çok şey var yaşadığımız hayatlarda.

Yaşıyorsak, hatırlıyorsak!