At Yarışı

Yıl hangi yıldı tam hatırlamıyorum, ama ortaokul yılları olduğuna göre, 70 li yılların ilk yarısı olmalı. Mahalle arkadaşım Can’ın babası hipodromda doktor olarak çalışıyor. Hangi akla hizmetse oğluna ve bana hipodroma giriş kartı çıkartmış. TJK nın Ankara yarışlarına gitmeye başladık. Benim o zaman haftalık harçlığım 50 lira. Ne simit alıyorum ne gazoz. Paso at yarışı oynuyorum.

Oynayanlar bilir, hipodromda oynayanlar ya “ikili” oynarlar ya da “çifte” oynarlar. Üçlü ganyan, altılı ganyan uzaktan oynanan oyunlardır. Üç ya da altı yarışın birincisini bilmek imkansızdır hipodromda olana. “Tüyo” lar uçuşur hipodromda. Tüyo dediğim şey yarışların ayarlanış bilgilerdir aslında. At sahipleri ve jokeyler sadece yarış ücretleriyle yetinemezler, ayarlamalar yaparlar aralarında. Diyelim ki yarışın ödülü 10,000 lira. Favori de sen ve senin atın. Yarıştaki en kötü at kazanırsa sen de ikinci olursan yarıştan 5,000 lira alırsın ama bahis oynarsan 50,000 lira kazanabilirsin. At sahibi de kazanır, jokey de kazanır, gemleri kısan diğer jokeyler de kazanır, bir tek ikinci gelen  ata güvenip ona oynayanlar kaybeder. Gerçek hayat gibi yani. Çalışanlar kaybeder, “tüyo” alanlar kazanır.

O zamanlar benim bir Doğan eniştem var. Bir de Sadık dayım. At yarışında birbirimizi aile toplantılarından daha fazla görüyoruz. Sadık dayım at yarışı oynardı ama onun ilgi alanı daha çok hipodrom lokantasındaydı. Sofrasını kurardı arkadaşlarıyla. Rakısını içerdi güzel mezelerle. En sona kaşık marulların ortasındaki limon suyuna bir duble votka getirirlerdi o istemeden. Bana bir yudum tattırırdı. (Hayat boyu içtiğim en güzel içkilerden biriydi gerçekten) Sonra hesabı öder giderdi.

Restoran anım budur. Ama biz doktor kontenjanından olduğumuz için protokol giriş kartımız da vardı. Doğan eniştem de protokol üyesiydi tabi ki. Onunla karşılaştığımız zamanlarda bir endişelenirdi çünkü kaç kere “at yarışı oynamayacağını” teyzeme söz vermiş olduğunu bilmem mümkün değildi. İspiyoncu olmadığımı anladıkça daha bir yakınlaştık. O da beni anneme ispiyonlamıyordu. İyi adamdı gerçekten.

Bir akşam teyzem bir aile toplantısı düzenledi. Bir Salı akşamıydı.  O zamanlar büyük aile toplantıları düzenlenirdi. Çok içilirse genellikle akşamın ilerleyen saatlerinde bir kavga çıkar (sebep ya siyaset ya da din olurdu.) gece tatsız biterdi. Eğer aile toplantısında kavga çıkmazsa, eve götüren taksi şoförü ile kavga çıkartılırdı. Gecenin en haklı kavgası da bu olurdu. Oha yani 3 kilometreye 50 lira mı olurmuş. Taksi şoförü de haklı aslında. “Bu kadar içip gecenin bir yarısı eve gitmeye kalkmayacaksın yani”

Fakat o gece, Doğan eniştem bana bir göz kırpıp balkona çağırdı beni. “Acayip bir tüyo aldım.” dedi. “Yarın birinci yarış Haruniyekızı, ikinci yarış Halepgüzeli. Hem ikili oyna hem çifte” dedi. Sonra teyzem eniştemi çağırdığından konuşamadık. Gece de öyle curcuna içinde geçip gitti.

Ertesi günü hipodroma gittim. İlk iki yarışta B ve C grubu Arap atları yarışları. En fazla hile hurda bu gruplarda olur. A grubu Arap atları ve İngiliz at yarışlarında o zamanlar hile hurda olmuyordu. Haruniyekızının ve Halepgüzelinin derecelerine baktım, B ve C grubu Arap atı diye değerlendiriliyorlar ama  daha önceki yarışlarında hiç ilk dörde girememişler. Bir bahis 10 lira  ve benim haftalık harçlığım 50 lira. Altılı falan oynamayacağıma göre altı yarışa en fazla 5 bilet oynayabilirim. Arkadaşın Can’ı bekledim danışmak için. O gecikince çifteyi oynadım. Birinci ayak Haruniyekızı ikinci ayak Halepgüzeli. Ben bileti aldım Can geldi. Bir fırça kaydı ki bana. Haruniyekızı ve Halepgüzeli at kategorisinden değil eşek kategorisinden katılıyorlarmış ta Doğan eniştemin tüyolarından bir bok çıksaymış bu güne kadar zengin olmamız lazımmış ta…. İkili oynamam mümkün değildi artık. Haruniyekızının arkasına favoriyi ekleyip bir de ikili oynamaya niyetliydim oysa.

Oynamadım.

İlk yarış koşuldu. C grubu Araplar. Haruniyekızı 1 boyla kazandı. İkinci olan at favori olandı. Jokeyinin çektiği gem ağzından kan getirtmişti. İkili bire ellidört verdi. Bu benim Can’a kanıp almadığım biletti. On lirama beşyüzkırkdört lira alamadım yani. Can’ın benim yüzüme bakamayışını unutamam. İşin komik tarafı ikinci yarışı Halepgüzelinin kazanması oldu. Benim aldığım çifte bire 14 vermişti On lirama 140 lira kazanmıştım. Her şeye rağmen çok sevinmiştim. Doğan eniştem geldi aklıma, koşa koşa protokol tribününe gittim. Doğan eniştem en arkada kapkara bir suratla oturuyordu. Çocukluk işte, gittim sarıldım. “Paranın dibine vurdun enişte” dedim.

İtti beni… “Beş kuruş yoktu cebimde Fatih, oynayamadım.” Dedi. Yürüdü gitti. Diyemedim ki. “Benim kırk liram vardı ama ben de oynayamadım arkadaşım yüzünden.”

Hikayenin ana fikri…

Kumar oynamayın!