E-kitap değil, Kitap okuma uygulaması

E-kitap yıllardır ilgimi çeken bir konu. İlk e- kitap 1971 yılında yaratılmış. Amerika bağımsızlık bildirgesi dijital olarak kayda alınmış. Ticari açıdan ilk denemeler ise 1998 yılında. CD-ROM da satılan ilk e- kitap Micheal Crichton’un Jurassic Park kitabı. Sonra 2004 yılında Sony ilk e-kitap okuyucusunu piyasaya sürmüş ama işin ciddiyete binmesi 2007 yılında Amazon’un Kindle’ı piyasaya sürmesi ile gerçekleşti.

İşin doğrusu, Çok sevinmiştim haberim olduğunda. Büyük hayal kırıklığına uğradım. Kitap fiyatları ucuzlayacak sanmıştım. Kağıt ve mürekkep masrafı sıfır olan bir kitaptı e-kitap. Yayıncılar hiç aldırmadı bu tasarrufa. 12 yıl geçmesine rağmen özellikle çok satan kitapların e-kitap sürümleri ya gerçek kitapla aynı fiyata satılıyor, ya da daha pahalılar.

Bazen düşündüğümde hak veriyorum yayıncılara ya da yazarlara. E-kitabı aldığınızda, kitabın bir kopyasını bilgisayarınıza ya da telefonunuza indiriyorsunuz. İndiren kişiler genellikle kitabı indirdikleri anda, Yandex ya da Google diskte paylaşıyorlar. Facebook’ta bu kitapları paylaşan onlarca sayfa var. Siz bir e- kitap satıyorsunuz, o kitaba onbinler bedavaya erişebiliyor. Yayınevi ve yazar açısından çok büyük satış kaybı.

Daha iyi bir çözüm olmalı diye epey kafa patlattım. Öte yandan kitabı satın alanın kitap satın almanın keyfini yaşaması lazımdı. Gerçi kağıt kokusunu cep telefonlarından iletmeyi henüz bilmiyoruz ama ne biliyim yakın bir tecrübe olmalıydı.

Bulduğum çözümün detaylarını paylaşmak istiyorum. Kitabı okumak için Google Play den uygulamayı ücretsiz indiriyorsunuz. Size e-posta adresiniz soruluyor ve kitabın (yayınevinin izin verdiği) ilk bölümlerini ücretsiz okuyorsunuz. Beğenirseniz, kitabı Google Play’den satın alıyorsunuz ve ödediğiniz fiyat kitabın satış fiyatından çok düşük. Beğenmezseniz uygulamayı cep telefonundan kaldırıyorsunuz.

Diyelim ki kitabı okudunuz ve daha sonra cep telefonunuzdan kaldırdınız. Ya da telefon değiştirdiniz. 2 sene sonra kitabı bir daha okumak istediniz. Uygulamayı indirmeniz ve e-posta adresinizi girmeniz yeterli. Sistem sizi hatırlıyor ve tekrar okuyabiliyorsunuz. Diyelim ki, kitabı beğendiniz ve eşinizin ya da bir arkadaşınızın da okumasını istiyorsunuz. Gerçek bir kitap olsa ne yaparsınız? Kitabı ödünç verirsiniz değil mi? Bu uygulamada da aynen öyle. Ödünç verme fonksiyonu aynen böyle. Kitabı ödünç verdiğiniz zaman sizin e-posta adresinizle eşiniz ya da arkadaşınız kitabı okuyabiliyor. Kitabı geri alabilmeniz için kitabı ödünç verdiğiniz kişinin kitabı tekrar ödünç vermesi gerekiyor. Yapmazsa? O zaman gerçek hayatta olduğu gibi kitap geri gelmiyor. Şahsen benim başıma çok geldi. 😊

İşin en hoş tarafı, yayınladığımız ilk kitabın, sevgilimin yazdığı “Yanında Olsaydım” kitabının olması. Sevgilim düşlerinde küçük bir çocuk olan Hasan’la birlikte Mustafa Kemal Atatürk’ün yanı başında tüm kurtuluş mücadelemizi yaşıyor bu kitapta. Amasya’dan Sivas’a, Dumlupınar’dan devrimlerimize bir yolculuk yaşatıyor okuruna.

Bu işin gerçekleşmesinde çok büyük katkısı olan sevgili Faruk Gözübüyük ve Atayurt Yayınevi çalışanlarına binlerce teşekkürler. Onlar izin vermese ve yardım etmese bu proje asla olmazdı.

Uygulamaya https://play.google.com/store/apps/details?id=com.YanindaOlsaydim adresinden ulaşabilirsiniz.

Ya da cebinizden “Yanında olsaydım” diye arata bilirsiniz.

Hem uygulama hem de kitap hakkında eleştirileriniz ve fikirlerinizi hevesle bekliyoruz.

Melek Yatırımcı vs Şeytan Yatırımcı

Kapgel.com un analizini yazdığımda, getir.com un analizini de yazacağımı söylemiştim ama olmadı. İşler yoğundu bahanesinin arkasına sığınmak istemiyorum. İki kere başladım ama yazıyı bitirip okuyunca tam derdimi anlatamadığımı gözledim. Üçüncü kere başlayayım o zaman.

Bu arada bir İspanyol firması olan glovo’da Türkiye pazarına girdi. Temel olarak aynı işi yapıyorlar.

Hadi o zaman azıcık tarihçe ve kurucu analizi yapalım. Kurucuların profili acayip benziyor.  İki firmada 2015 yılında kurulmuşlar. Glovo’nun şu an itibarı ile Türkiye dahil 24 ülkede faaliyeti var. İnanmayacaksınız belki ama şu ana kadar 150 milyon Euro yatırım elde etmişler. Bu yatırımla İspanya dışında 23 ülkede start-up gerçekleştirmişler. İstanbul’da başarılı olacaklar mı? Bence olamayacaklar.

Getir.com başarılı oldu mu? Bir sürü ödül aldı, eminim bir sürü yatırımcıdan (glovo kadar olmasa da) bir sürü yatırım aldılar. Kurucu ortak Nazım Salur Mart 2016 da (kuruluştan 7 ay sonra) yapılan bir söyleşide 2017’den önce 3 ülkeye açılacaklarını söylemiş. (San Francisco, Dubai ve Londra) İşin gerçeğine bakılırsa 2019 itibarı ile henüz Ankara’ya bile açılamadılar. Bu sebeple başarılı olduklarını söyleyemiyorum. Peki ama neden? Bu kadar reklam harcaması, bu kadar araç ve insan yatırımı, bu kadar teknoloji…

Her zamanki gibi rakamlar her şeyi açıklayacak. Önce Sn. Nazım Salur’un yaptığı söyleşide verdiği rakamlara bakalım. Verdiği rakamlar şunlar. Hafta içi günde 2 bin hafta sonu 3 bin teslimat yapılıyor. Merkez ofiste 80 personel var, 50 araç, 100 motosiklet ve 50 yaya kurye olduğunu söylüyor. Toplam personel sayısı 500 olmuş. (Ben 280 kişi saydım, diğer 220 kişinin nerede çalıştığını çözemedim. Şube yöneticisi, şube sekreteri, çaycı falan olsa olsa 50 kişi olur. Onun için kalanları hesaba dahil etmeyeceğim.)

Bilgiler doğruysa ayda yaklaşık 65.000 teslimat yapılıyor. Her birinden 5 TL teslimat ücreti alınsa, teslimat cirosu aylık 325.000 TL olur. Her teslimatta 25-30 TL ciro yapıldığını söylüyor Sn. Nazım Salur. Her satıştan %20 kazanılsa, 390.000 TL de oradan para kazanılır. (Bu arada net %20 kar çok kolay bir iş değil, onu da belirtmem lazım) Aylık ciro oldu mu 715.000 TL. O zaman masraflara bakalım şimdi.

80 ofis personeli: 320.000 TL

250 saha personeli: 875.000 TL

Depo kiraları, akaryakıt, trafik cezaları, kırtasiye ve bunun gibi bir sürü gider olmadan aylık yaklaşık yarım milyon zarar ediyor Nazım Salur’un verdiği rakamlarla. Amortisman ve finansman giderlerini dahil etmedim dikkat ettiyseniz. Bu arada televizyon reklamları da bedavaya yapılıyor varsaydım.

Bir haber daha var. Ocak 2018 tarihli. Getir’in cirosu yıllık 100 milyon lirayı aştı diye. Araç sayısı 200 ü aşmış, motosiklet sayısı 400 ü aşmış. Yaya kurye sayısı yok (ki çok anlamlı, doğruyu bulmuşlar kendi modelleri içinde.) Dağıtım merkezi sayısı 62 olmuş. Merkez personeli söylenmiyor. Burada bahsedilen ciro dağıtım cirosu+ satış cirosu. Onu da göz önünde bulundurun lütfen. Merkez personeli gene 80 olsa bile aylık personel maliyeti olmuş 3 milyon TL. 62 dağıtım merkezi kiraları ve sabit giderleri 500.000 TL civarında olur. 600 araç amortismanı ve finansman giderleri en az 500.000 TL tutmaz mı? Her araç günde ortalama 50 km yapsa, 100 km de 6 lt yaksalar 300-400 bin aylık akaryakıt gideri olur. Buna ilave olarak finansman, yönetim ve pazarlama giderlerini aylık bir milyon olarak ekleyelim. Toplam yıllık gider 65 milyon TL olur. 100 milyon toplam cirodan ne kadar kar edebilirsiniz? Sonunda alıp sattığınız su, cips çikolata. Yemek işine girdiler bu yılın başında. Hayırlısı olsun diyorum ve hesap yapmayı reddediyorum.

Söylemek istediğim şey, melek yatırımcı denilen kişiler ve onların danışmanları bu hesaplamaları yapmıyorlarsa ne yapıyorlar? Bildikleri “Lojistik” istikbali olan bir sektör. Bilmedikleri, İstanbul’da “dağıtım” yapmak. Artık melek yatırımcıları emekli etmeli ve şeytan yatırımcılara şans tanımak lazım diye düşünüyorum.

kapgel.com

Öncelikle bir özür boçluyum. Yarın demiştim ama o kadar çok iş girdi ki araya..

Kapgel ile başlayalım yapılabilirlik analizine…

Motor kurye kullanmaya karar verilmiş. Bunun için yapılması gereken şey İstanbul’u Bölgelere ayırmak. Her bölgede belirli sayıda kuryenizin olması lazım. İstanbul bu açıdan bence 50-60 bölgede halledilebilir bir şehir. Analizimizi bir bölgede yapalım, çünkü uygulamamız bu modeli çalıştırmaya uygun. Yani verimsiz bir bölgeyi “çat” diye kapatabilirsiniz. O bölgedeki bir kullanıcınız, uygulamayı açtığında, “Size yakın bir kurye bulunmamaktadır” mesajıyla karşılaşır ve kaderine küser. (Yatırımcı için iyi bir özellik olabilir ama yatırım için çok kötü puan!)

Neyse, analize devam edelim. Bir bölgeyi 2 ya da 4 motor kurye ile yapmaya karar verdiniz. 2 kurye kullanalım. Bölgeyi kuzey-güney olarak bölelim. Kullanıcınız uygulamayı açtığında kendisine yakın kuryeyi gördü ve siparişini verdi. Siparişin kaç paralık bir sipariş olduğunun önemi yok. Kuryeniz ürünü satan dükkâna gitti, parasını ödeyip siparişi aldı ve müşterinize götürdü. Siz de 5 TL hizmet bedeli tahsil etti. Dükkândan aldığı fişi de müşterinize teslim etti. Siz, ciro hanenize 5 TL yazdınız. Bu 5 TL nin iş akışına bakmak lazım değil mi? Bakalım o zaman…

Bu kurye bir günde kaç teslimat yapabilir? Bu modelde kuryenin her bir sipariş için 20-50 dakika harcaması gerekir. Detaylı inceleyelim mi?

Sipariş mesajı geldi, okudu anladı. 2 dakika. Gitti siparişi verdi. 7 dakika diyelim mi? Aldı, size getirdi 30 dakika…  30 dakikadan önce yapabileceğine inananlar yakında kuracağım “Wishfull Thinking” derneğine üye olsunlar.

8 saatlik bir çalışma diliminde bir kurye %100 verimle İstanbul’da 10 ila 24 teslimat yapabilir. Yani günlük cirosu 50 ila 120 lira arası olabilir. 10 ila 24 dememin sebebi İstanbul’un coğrafi yapısı. Kadıköy’de, elinizde yeterli adres varsa 50 teslimat bile yapabilirsiniz. Ama Çekmeköy’de durum değişir. Bir siteye girebilmeniz bile 10 dakika sürer.

Bu %100 verimle mümkün olabilir. Ne yazık ki gerçek hayatta %100 verim mümkün değil. Müşterilerden günde 24 sipariş alsanız bile bu siparişler hep üst üste gelirler. O sırada kuryeniz bir dükkânda diğer müşterinin siparişinin hazırlanmasını bekliyor olur.

Gerçekçi olmak gerekirse bir kurye bu sistemde en fazla 15 teslimat yapabilir. Yani günlük ciro 75 lira. Aylık ciro ise 2.250 TL. Motor kurye maliyeti… en az 2.500 TL. Battınız yani. Bu hesabı firmanın lojistik yetkilisine anlattığımızda, “2 yıllık zarara dayanmayı göze aldık.” demişti. Bir kuryenin bir seferde birden fazla teslimat yapabileceğine inanıyordu. Yani, bir kurye 4 siparişi aynı anda alacak, 40-50 dakikada 4 teslimat birden yapabilecekti. Olur mu, siz karar verin. Ben bu işin olurunu göremedim ne yazık ki… Meleklerin yatırım yaptığı bir iş oldu.

Şimdi gelelim getir.com’a. Analizi daha zor bir senaryo. Her hizmetten 5 TL alıyorsunuz. Ayrıca sattığınız her üründen belirli bir yüzde kar ediyorsunuz. Bazı ürünlerde %5 bazı ürünlerde %50 olabilir bu marj. Ancak (benim hiç sevmediğim) stok maliyeti işin içine karışıyor. Stok tutmak zorunda olmak beni çok geriyor. Depo hırsızlığı uzmanlığım! Yanlış anlamayın lütfen “Depo yönetim Yazılımı” yazıyorum ondan…

Üstüne üstlük, (gene sevmediğim) yatırım faktörü var. Kapgel örneğinde motor kurye kiralanıyordu. Yani yatırım maliyeti sıfırdı.

Getir örneğinde ise araç yatırımı ve sürücü çalıştırma seçilmiş gibi göründü gözüme. Analiz azıcık daha karmaşık olacak hazır olun. O da bir sonraki yazı! 😊 (Yarın demeye korkuyorum…)

İyi fikir o kadar iyi mi?

getir.com vs kapgel.com için bir kıyaslama yazısı…

Bazı yazıları yazmak çok zor oluyor. Birisi alınır diye dertleniyorum bazen, diğeri kızar da bana saydırır diye istemiyorum çoğu kez. “Doğruları söylemek lazım!” diyen büyüğümü dinlemek zorundayım.

Bu yazı(lar) üç yıldır aklımda. Yazmadım, yazamadım. Yaşlandıkça insan, zarar vermekten korkuyor. Kimseleri kararından döndürmek değil benim için zarar. Biliyorum ki, insanlar yanlış yaparak öğrenir. Korkum birisinin tekerleğine çomak sokan birisi olarak görülmek… Yanlıştan döndürmek asıl benim amacım. 3 yıl önce yazsaydım bu yazıyı… Neyse, boş konuşmak benim işim olmadı hiçbir zaman…

İki fikir var önümüze gelen. İkisini kıyaslayıp, hangisinin daha çok kazançlı olacağını analiz edelim.  İki fikir de bir ihtiyacı karşılayıp para kazanmak istiyor.

İhtiyaca bakalım…

“Bir paket cips, bir şişe de kola olsa… Markete gidip alabilirim, ama bir uygulama olsa, ben uygulamadan sipariş versem, bana getirseler, onlara da bu hizmetin bedelini ödesem.”

Böyle düşünen kimse var mı? Vardır illa ki.

Bu ihtiyacı gidermek için iki girişim başlatıldı 3-5 yıl önce.

Hadi isim verelim… Birisi http://www.getir.com, diğeri http:// www.kapgel.com. İkisinin de verdiği hizmet aynı. Bir ihtiyacınız var. Bu bir damacana su olabilir. Bir gofret olabilir. Veya başka bir şey. Siz bir uygulamayı indiriyorsunuz. Üye olduğunuzda bir ödeme platformu tanımlıyorsunuz. Bu platform genellikle “kredi kartı” oluyor ama sanal kart da olabilir, nakit ödeme kartı da olabilir, ki zaten bu arkadaşlar dolandırıcı değiller. Uygulamadan sipariş verdiğinizde, sipariş verdiğiniz ürünlerin bedeli kartınızdan tahsil ediliyor ve ilave olarak bir hizmet bedeli de sizden alınıyor. Bu hizmet bedeli de 4-5 TL gibi çok cüzi bir miktar. Ödenir mi bu hizmet bedeli? Tabi ki ödenir. Ödemeyecek olanlar uygulamayı indirmesin zaten!

İki fikir, iki ayrı uygulama başlatıyor adlarına uygun olarak.

Getir.com bir ürün yelpazesi oluşturuyor. Bu ürün yelpazesi, içme suyundan, deterjanlara, dondurmadan cipslere, kolalara kadar, kendi satın alıp, sattığı ürünlerden oluşuyor. Akıllı görünen bu stratejinin püf noktası, satacağı her üründe kazanılan hizmet bedeline ek olarak sattığı her üründen belirli bir yüzde kazanması. Yani, bir teslimat yaptığında kazanacağı 5 liraya ek olarak, (100 liralık ürün teslim ettiyse) %10 dan 10 lira daha kazanması. Tabi ki, her tatlı kazancın, acı bir bedeli vardır. Bu 10 lirayı kazanmak için stok tutmanız gerekir. Stok tutmak, finansman gideri yaratır. Doğal hırsızlar yaratır.

Buna karşılık, kapgel.com, daha farklı bir yaklaşımı benimsedi. Her şeyi satıyorlardı. Stok tutmuyorlardı. Pratik olarak, onların listesinde olan her şeyi sipariş verebiliyordunuz. Listelerine bir gün X marka parfüm alıyorlardı. Siz sipariş verdiğinizde kuryeleri o parfümü istediğiniz dükkândan alıp size getiriyordu. Bu hizmetin karşılığında siz sadece hizmet bedelini (ki o da 4-5 lira) ödüyordunuz.

Açıkçası, fikirler iyiydi. Ama sonuçları nasıl olacaktı öngöremiyordum. O zamanlar bunun rakamsal analizini yapmıştım. İki fikir de batar sonucuna varmıştım. Ancak Getir.com bir ödül kazandı (Yılın girişimi falan gibi) kapgel.com un fikir babası kendini öldürdü. Benim de tadım kaçtı açıkçası… Yazmadım, yazamadım.

 Yarın iki fikrin yapılabilirlik analizini yazacağım.

Şarkı seçebilmek…

 

 

İzin verirseniz bir deneme yapmak istiyorum.

Tamamı ile arkadaşlarımı anlamaya çalışıyorum, eminim sizin dinletmek istediğiniz başka bir şarkı vardır.

Yeni doğmuş çocuğunuza bir şarkı dinletmek istiyorsunuz. Hangi şarkıyı çalarsınız?

Lütfen birisini seçin.

 

https://www.youtube.com/watch?v=1EDUoqi1JHM

 

https://www.youtube.com/watch?v=haWRUpPw_tI

 

https://www.youtube.com/watch?v=FDMEiXykoM4

 

 

 

Farklılıklar ve ÇÖZÜM!

Bu sektörde farklı olanlar da oldu elbette.  Bilinçli farklılar mı bilmiyorum. Varan Kargo Tamamı ile tesadüf bir farklılıktır.

Bu kargo işleri benim anlattığım gibi kendi içinde debelenirken, Varan Otobüs firması dosya ve ufak paket taşımaya başladı, adına da “Varan Kargo” dedi. Fiyatlar kargo firmalarının bir tık üstünde. Gelip adresinizden almıyorlar, gönderinizi de alıcısı gelip Varan şubesinden almak zorunda. Yani adresten alma ve adrese teslim maliyetleri sıfır. İşin ilginci taşıma maliyetleri de sıfır çünkü otobüsün bagajına koyuyorlar paketleri. Çok fazla kargo olursa otobüsün arkasına bir römork bağlıyorlar. Otobüs zaten gidiyor gideceği şehre. Hemen hemen sıfır maliyetle inanılmaz paralar kazandılar. Artık otobüs bagajında kargo taşımak yasak. Niye yasak hiç anlayamıyorum. Ajlan, Express Kargoyu otobüs bagajlarında başlatmıştı.

Varan Kargo ne zaman ki “gerçek kargo” (ne demekse?) yapmaya çalışıp diğer kargo şirketlerine benzediyse, zarar edip kapattılar.

Şikayetlere bakınca, Türkiye’de kargo işinin “doğru” yapıldığını söyleyebilmek mümkün değil. Öylesine yanlışlar yapılıyor ki e-ticaret firmaları kendi dağıtım şirketlerini kuruyorlar ve bunun için büyük paralar harcamalarına rağmen “efsane cuma” günlerinden tertemiz çıkamıyorlar.

Bu noktadan sonra çözüm var mı?

Tabi ki var.

Çözüm:

Segmentasyon.

Kargo işi o kadar büyük bir lokma oldu ki, bir kerede ısıracak bir ağız mevcut değil. Parçalara böleceksiniz. Küçük lokmaları doğru ağızlarla ısıracaksınız. Şirketinizi kolayca ısırılabilecek lokmalara böleceksiniz. Hukuki ve mali olarak değil, yönetim açısından böleceksiniz. İlk iş dosya dediğiniz zarfları ayırmak olmalı. Zarfların şehirlerarası taşıması hiçbir şekilde sıkıntı değil. Bu konuda diğer organizasyonlarla iş birliği yapmakta da sıkıntı yok.

Sanayi müşterileriniz tamamı ile ayrı bir organizasyonda yönetilmeli. Onlar, farklı bir hizmet istiyorlar çünkü. Onlar gerçek anlamda “Lojistik Hizmet” istiyorlar. Zarf müşterileri böyle bir hizmet istemiyorlar.

E-Ticaret müşterileri ise bambaşka bir segment. Bambaşka yönetilmeli. E-ticaret kargosunu aldığınızda evrakı ve etiketi müşteri tarafından hazırlanmalı ve kolinin üstünde olmalı. Kolinin üstündeki karekodda hangi kamyona yüklenebileceği yazmalı. Hangi araçla, saat kaçta müşteriye teslim edileceğini hesaplayabilmeniz lazım. Gelen kolilerin sayısının kapasitenizi geçmesi durumunda, yazılım, CEO’nun poposuna elektrik vermeli ve uykusundan uyandırabilmeli. Araç, kurye bulunması lazım.

Şu anda herkesin uyanması lazım artık. Bu sektör bambaşka bir sektör ve bu sektöre para yatıranlar çok büyük paralar kazanacaklar.  Bunun için e-ticaret firmalarının kullanacakları yazılımları siz üretmeli ve onlara bedava vermelisiniz.

7/24 simgesi rüyanıza girmiyorsa, Pazar sabahı, bir adamın sevgilisine bir gül teslim etmeyi taahhüt etmeyi hayal edemiyorsanız, lojistik sektörü artık size göre değil demektir.

Bu sistemleri tepeden yönetebilmek için tek çareniz var: Yazılım.

Şu anda kullandığınız yazılımı çöpe atıp, yepyeni bir yazılım üretmeniz lazım. Kullandığınız barkod sistemini terk edip 4000 karakter depolayabilen karekod sistemlerine geçmeniz gerek. Taşıma evraklarınızı yeniden tasarlamalı, hatta hepsini yok etmelisiniz. Kullandığınız barkod okuma cihazlarını çöpe atmalı, her şeyi mobil uygulamalarla halletmelisiniz. Teslimatta imza almak (zaten almıyorsunuz) bitti artık. Kuryeleriniz bunu anladıkları için imza almadan gidiyorlar. Ama müşterinin, kapının bir fotoğrafını çekebilirler. Hatta müşteriyle selfie bile çekebilirler. (Şaka falan değil!)

Bu devrimi gerçekleştiremezsiniz, yok oluşa evrileceksiniz.

Çözüm var, ama bunları yapabilecek vizyona sahip patronlar ve yöneticiler var mı bilmiyorum.

Kendim için dilediğim şeyi, sizler için de diliyorum.

Tanrı Türkiye’de herkese sipariş verdiğini ertesi gün (daha iyisi gün içinde) teslim almayı nasip eylesin.

Amin.

Kargo Sektörü evriliyor ama nereye doğru?

Kargo sektörünü CargoTech çok etkiledi. Birçok şirket sektöre daldı. Örneklerden birisi Ulusoy. Varan da o sırada kargo sektörüne girdi ama o hikâye çok farklı bir hikaye. İlerde anlatacağım. Ulusoy  daha önce beni ikna etmiş olan Celal’i genel müdür olarak işe aldı. Başarı, başarısızlık konusunda çok yazmak istemiyorum ama sonuçta Ulusoy, grup olarak Ulusoy Kargoyu Celal’e bıraktı. Celal, şirketin adını değiştirdi. Cargo@Cargo. Şirketin logosu ve renklerine baktığınız zaman bana bizden kopya çekmişler gibi geldi her zaman ama günahlarını almayalım. CargoTech TNT lojistiğe satıldıktan sonra Celal’de Cargo@Cargo’yu Yurtiçi Kargoya sattı. Hem de bizden çok iyi bir fiyatla.

Horoz’da lojistik işine girdi. Aras kargo Fillo Lojistiği kurdu.

Koca Yusuf Nakliyat firması tüm kamyonlarına “Koca Yusuf Logistics” logosunu yazdırdı. Bir akşam eve dönerken hanımla şakasını yaptık, ertesi gün yolladığı fotoğrafı görünce ağzım açık kaldı. “Harput Logistics” de artık yollardaydı. Dedim ya, CargoTech çok etkilemişti tüm sektörü.

Artık “nakliye”ciler sadece evden eve taşımacılık yapanlardı. Onlar da “Ne ilgisi var lan?” diyerek evden eve lojistik yapmama basiretini gösterdiler.

1995 yılında şirketi ilk kurarken, isim tescili için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ismimizi tescil etmedi. Şirketin arzulanan adı “CargoTech Lojistik Dağıtım Sanayi ve Ticaret A.Ş.” idi.

Tescil etmeme gerekçelerini duyunca yıkıldık.

“Lojistik askeri bir terim olduğu için şirket adında kullanılamaz.” demişlerdi.

Uzun çabalar sonucu bir şekilde ikna oldular ve adımız tescillendi. Ama ne kadar uğraştıysak CargoTech adını kabul ettirememiştik. KargoTek olarak tescil edildik.

Bütün şirketler lojistiğe yönelmişti ama şekil olarak.

O zamanlar (ve hala) bir şube müdürünün performansı yaptığı ciroyla ölçülüyordu. Biz “Paradigm Shift” yapmıştık.  Bizim şube müdürlerinin performansını teslimatlarının düzgünlüğüyle ölçtük. Şube müdürlerimize bunu anlatabilmek çok uzun zaman aldı. Bir Trabzon şube müdürümüz vardı hiç unutmam. Biz teslimat performansını anlattıkça o Trabzon’dan mevsiminde dönüş yükü olarak çay yükleyebileceğini anlatırdı. Ama bizim taşıma fiyatlarını indirmemiz gerektiğini anlatırdı hep. Teslimat performansını anlatamadık aylarca. Sonuçta doğal olarak ayrıldı yollarımız.

Bir şirketin başarısını üç faktör oluşturur. Bunlardan birincisi şirketin vizyonudur. Eğer çalışana anlatıp benimsetemezseniz bu vizyonun hiç kıymeti yoktur.

İkincisi çalışan niteliğidir. İyi çalışanlara sahipseniz, şirketin yolu açılır.

Üçüncüsü için hiçbir şey yapamazsınız. Talihtir üçüncü faktör. Şirketin talihi varsa siz yürümeyi hayal ederken, şirket uçar gider. Sizle hiç ilgisi olmayan bir sendika rakibinizde grev yapar, işinizin hacmini bir gecede patlatır. Talihi yoksa işin, grev yapılan firma siz olursunuz.

İlk iki faktör için elinizden geleni yaparsınız. Üçüncü faktör için yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur.

2001 sonrası Kargo sektörünü hep dışardan izledim. Sektörde tecrübe kazanmış olanlar, hep bilir bu gerçekleri. Bir şubenin önünden geçerken anlarsınız şubenin ve şirketin durumunu. Daha ilginci, artık internet var, insanlar yazıyorlar bir yere yaşadıklarını. Hele bir site var ki…

Sitenin adı sikayetvar.com. İsterseniz kargo şirketlerinin durumuna bir bakalım bu siteden.

11/01/2018 tarihindeki durum.

 

Yurtiçi Kargo:

Müşteri memnuniyeti %34

Teşekkür oranı %7

Şikâyet 13.266

Aras Kargo:

Müşteri memnuniyeti %21

Teşekkür oranı %4

Şikâyet 45.495

MNG Kargo:

Müşteri memnuniyeti %17

Teşekkür oranı %3

Şikâyet 17.153

Sürat Kargo:

Müşteri memnuniyeti %49

Teşekkür oranı %22

Şikâyet 26.484

 

Rakam yorumlamasını biliyorsanız durumun çok kötü olduğunu görebilirsiniz. Bu rakamlar sadece sikayetvar.com a yazanlar için. Hiç yazmayanları bilebilmek mümkün değil.

Şimdi bir de e-ticaret şikayetlerine bakalım.

Hepsiburada.com

Müşteri memnuniyeti %31

Teşekkür oranı %9

Şikâyet 22.464

N11.com:

Müşteri memnuniyeti %55

Teşekkür oranı %25

Şikâyet 5.371

Gittigidiyor.com:

Müşteri memnuniyeti %31

Teşekkür oranı %12

Şikâyet 8.907

Bu şikayetlerin en az %50 si kargo şirketleriyle ilgili. Durum çok kötü yani.

Aslına bakarsanız, www.sikayetvar.com sitesinde kargo kelimesini sorguladığınız zaman ikiyüz binin üstünde şikayet var.

Peki neden böyle ve bu durum nasıl düzeltilebilir?

Önce işin neden böyle kısmına bakalım.

90’lı yılların sonuna doğru başladı Türkiye’de e-ticaret. İlerici ve öncü, geleceği doğru tahmin edenler bu sektöre girdiler. Önceleri sadece web sitelerine konsantre oldular. Sonra e-ticaret sektörünün başarısının en önemli ayağının lojistik olduğunu acı tecrübeler yaşayarak öğrendiler. Ama başka çareleri yoktu. Kargo firmalarıyla yapacaklardı bu işi. Kargo şirketlerini adam etmeye çalıştılar ama kargo şirketlerini hiç anlamadılar.

Kargo nasıl taşınıyordu bu ülkede. İnanmayacaksınız ama Kargo sektörünün gerçek doğuş yılı olan 1987 yılından beri yöntem hiç değişmedi. 30 yıldır kargo bu ülkede aynı şekilde taşınıyor.

Birtakım teknolojiler (barkod, konveyörler, vs.)  sisteme enjekte edildi, ama yöntem hiç değişmedi. Hadi ben size 1995 te nasıl yapıldığını anlatayım da gülün (ya da ağlayın).

Siz telefon ediyorsunuz kargo şubesine “Kargom var, gel al!” diyorsunuz. İyi şube, “Ne kadar kargo var?” diye soruyor, amacı gönderdiği aracın verdiğiniz malı alabilmesi. Günün hangi saatinde telefon ederseniz edin, araç size 16:00 17:30 arasında geliyor. Size bir ambar tesellüm fişi veriyor, malı verdiğinizi bununla ispat edebilesiniz diye.

Bugün ise, telefon etmiyorsunuz, günün belirli saatlerinizde biriken kargo bilgilerinizi bilgi işlem sisteminiz otomatik olarak kargo şirketinin bilgi işlem sistemine otomatik olarak gönderiyor. Çok malınız olduğunda erkenden bir araç geliyor mu? Bazen. Çünkü kargo firmasında bir insanın sistemine bakıp, araç ayarlaması yapması lazım. Bazen bakıyorlar, ama genel olarak yapılan, her gün aynı aracı yollamak. O araç malı alamazsa o zaman çözüm bulunmaya çalışılıyor.

Araç geldi, kargolarınızı aldı. Şubeye götürdü. Şubede faturalar kesildi. Barkodlar basıldı. Kolilerin üstlerine yapıştırıldı. O koliler bir kamyonete ya da kamyona yüklendi, aktarma merkezine doğru yola çıktı.

Bugün (eğer hacminiz yeterince büyükse), sizin deponuz kargo şubesi oluyor. Sizden kargolarınızı aldıkça faturaları ve barkod etiketleri basıyorlar. Gene kamyon veya kamyonete yüklenip aktarma merkezine gönderiliyor.

Kamyonlar, kamyonetler en erken 21:00 civarında aktarma merkezine varıyor.

Aktarma merkezi dediğiniz yer 1995 te kamyonların sıra sıra dizildiği kocaman bir yer. O kocaman yerin bir ya da bir kaç girişi var. Kargoları taşıyan bir kamyonet içeri girdiği an kamyonetin kapıları açılıyor ve üzerine “okuyucu” adını verdiğimiz bir adam çıkıyor. Kamyonetin yanına da “yazıcı” adı verilen bir adam yanaşıyor. Yazıcının elinde bir kağıt var yazdığı, doğal olarak diğer elinde bir kalem.

Okuyucu kamyonetteki kolileri birer birer alıyor ve aldığı kolinin üstündeki yazıları bağıra çağıra okumaya başlıyor. “294353 ADANA, 294359 ANKARA, 360 ANKARA, 294358 ANTALYA, 360 a bir ilave…” Kamyonetin önünde çalışanlardan oluşan bir kuyruk oluşuyor. Bildiğin insan konveyörü. Yazıcı her okunan koliyi “İniş listesi” denilen bir listeye yazıyor. Amaç her şeyi kayıt altına almak. İnsan konveyörü ise kendisine kamyonetten verilen koliyi okuyucunun bağırdığı ilin kamyonuna götürüyor. Her kamyonun başında bir yazıcı olması lazım tabi ki, onlar da “Yükleme listesi” denilen belgeyi dolduruyorlar. Yüklenen kamyonların üstünde de “istifçi” denilen çalışanlar var. Onlarda gelen kolileri kamyona uygun biçimde yüklüyorlar. İstifçi deyip geçmeyin, kargo dünyasının en önemli insanıdır. Senin iki kamyona yüklediğin malı, bir kamyonete sığdırabilir iyi bir istifçi. Çünkü her çeşit koli vardır Türkiye ticaretinde. Minnacık bir rulman kolisi 70 kg ağırlığındadır. Oysa kocaman bir tekstil kolisi 4 kg ağırlığındadır.  Tekstil kolisinin üstüne rulman kolisini koyarsan, doğası gereği rulman kolisi, tekstil kolisini ve içindeki gelinliği delip dibe iner. Turşu kolisi altındaki tüm koliler ıslatmaya meyillidir. Ve en önemlisi o kamyon yüklendikten sonra, bir santimetreküp boş hacim kalmamalıdır.

Hiç unutmam, evimi Beylikdüzü’nden Edremit’e taşıyoruz. “Okuyucu” dediğimiz canım Eko evden taşıyacağımız her eşyayı evden işçilerin sırtına verip zihinsel kayda alıyor. Eşyaların yarısı yüklenmeden bir işçi, “Abi aşağıdaki kamyon doldu, sen bir kamyon daha çağır” dedi. Ekrem, “Hay sizin…..” diye okkalı bir küfür savurup aşağı indi. Ben de onunla birlikte indim. Bir baktım ki, gerçekten kamyonda azıcık yer kalmış. Ekrem bağıra çağıra bolca da küfrederek tüm malı kamyondan yere indirtti. Sonra tekrar yükledi. O yüklediğinde, kamyonun yarısı boştu. Edremit’te kamyonu boşalttığımızda bir şifonyerin bir çekmecesinin kapağındaki bir çizik dışında en ufak bir hasar yoktu. O çiziği, Ekrem’i her gördüğümde anlatırım. Her anlattığımda yüzü kızarır. “Şaka yahu” deyip boynuna sarılırım. Yüzü ışıl ışıl olur her seferinde.

Barkod kullanabilirsiniz, konveyör kullanabilirsiniz, her türlü teknolojiyi uygulayabilirsiniz ama iyi bir istifçiyi hiçbir bilgisayar programı yenemez. Ama dürüst olmak gerekirse, iyi bir istifçi binde bir karşınıza çıkar.

Özetle gelen her kamyondan indirilenler kayda alınıyor, Kamyonlara yüklenen her koli de kayıt ediliyor.  Saat gece yarısını geçtikten sonra, 393256 mı 339596 mı pek önemi kalmıyor doğal olarak. İnsan konveyörü de okunan her koliyi en yakın kamyona bırakmaya meyilli hale geliyor. Siz istediğiniz kadar “393255 ADANA” diye bağırın, en yakın kamyon Trabzon kamyonu ise o koliyi taşıyan işçi, kolinin Trabzon’a gitmesinin tüm ülke için daha yararlı olacağını düşünüp, koliyi Trabzon kamyonuna bırakıyor. Yüklenen kamyonun üstündeki okuyucunun konveyör işçisini dövmek için kamyonun üstünden atladığına çok şahit olmuşumdur.  Şimdi okuyucu ve yazıcı kullanılmıyor artık. Bütün bunların yerini barkod okuyucular ve mekanik konveyörler aldı şükürler olsun. Ama istifçiler hala orada olmak zorunda. Koliler tam bir standarda ulaştığında onlara da gerek olmayacak teorik olarak. O zamanlar bana minnacık bir kayıktaki iyi bir balıkçı ile, teknolojik olarak tam donanımlı bir balıkçı teknesi arasındaki farkı gösterdi çok şükür. Küçük kayıktaki iyi bir balıkçının tuttuğu balık daima daha lezzetlidir.

Sonra, kamyonlar hedeflerine doğru yola çıkarlar. Bunun gerçekleşme saati gece yarısıdır. O zamanlar ulaşım süreleri bugünkü ulaşım sürelerinden çok farklıydı. İstanbul Ankara arası 7 saatti. İzmir’e 8 saatin altında varmak çok zordu. Hele tatil sezonu ise, Yalova sonrası Süpürgelik rampası yolu 1 saat uzatırdı. İzmir trafik polisleri de tüm kamyonları saat 07:00 de İzmir girişinde durdurur, 09:00 dan önce salmazlardı.

Neyse kolimizin yoluna devam edelim. Kolimiz varacağı şehrin aktarma merkezine varınca gene kamyonun üstüne bir okuyucu çıkar. Koliler indirilip şube kamyonetlerine yüklenirler. Şube kamyonetleri şubede tekrar yere indirilir. Orada, dağıtım kamyonetlerine yüklenirler. Saat en erken 10:00 dur.  Ve dağıtıma çıkarlar. Siz sipariş ettiğiniz bilgisayarı evinizde bekliyorsanız, dağıtım aracınızın rotasına göre belirsiz bir süre daha bekleyeceksiniz demektir bu. Eğer şube aracının üzerinde, fazla yük varsa doğal olarak ertesi güne kalır teslimat. İstanbul trafik şartlarında bir araç ortalamada en fazla 30 teslimat yapabilir. Büyük iş merkezlerinde bu rakam değişebilir ancak İstanbul şehri çok zor bir şehirdir. Diğer şehirler de her gün İstanbul’a daha çok benziyorlar.

Uzun süredir sektörün dışındayım. Dışardan bakmak insana bir görüş özgürlüğü veriyor. Ulan, 30 yıldır aynı mı çalışılır? Okuyucu ve yazıcıları barkod okuyucularıyla, insan konveyörlerini mekanik konveyörlerle değiştirmenin dışında bu sektöre katacak hiç mi fikriniz olmadı diye celalleniyorum her gün.

Kargo sektörünü yeniden düzenleyecek cesarette tek bir girişimci, çıkmıyor mu bu ülkede diye hayıflanıyorum her sabah.

2001 krizi, umutsuzluğum ve dahiyane bir çözüm

2001 yılının başında bir anayasa fırlatma krizi yaşadık. Her şey tepe taklak oldu. Hiç unutmuyorum, o güne ilk tepkim 3-4 kuruş birikimimi repo yapmak olmuştu. Aracı şirket o akşam bana %840 repo geliri verdi. Ertesi gün işe geldiğimde hep yaptığım gibi dünkü ciroya baktım. Para birimleri değiştiği için yanlış hatırlıyor olabilirim ama 24 milyon gibi bir rakamdı. Ortalama ciromuzu tutturmuştuk gene. Yarım saat sonra finanstan sorumlu ortağımız beni aradı ve bankaların bize tahakkuk ettirdiği günlük faizi söyleyince bir saat boyunca nefes alamadım. Dün için bankalara ödememiz gereken günlük faiz 26 milyondu.

1000 kişi 24 saat, 300 müşteriyle çalışıyorsunuz binlerce koliyi 250 kamyon, kamyonetle taşıyorsunuz, yüzlerce fatura kesip 24 milyon ciro yapıyorsunuz, ve kel, göbekli, üstelik kısa boylu bir banka müdürü size aynı gün için 26 milyon faiz faturası kesiyor.  O taraflarda yanlış bir işler oluyor bence.

Şirket olarak uyguladığımız çok güzel bir prensip vardı. “Ne kadar alacaklı isek o kadar borçlu olacağız.” Şirketin müşterilerden 1 milyon dolar alacağı vardı ve bankalara da 1 milyon dolar borcu. Bankalar hem günlük faizi tahakkuk ettiriyorlar hem de borcumuzu kapatmamızı istiyorlardı.

Yaşar’ın dehasıyla inanılmaz bir operasyon gerçekleştirdik. Dolar fiyatla çalışan müşterilere gittik, ve bir soru sorduk. “100 bin dolar kazanmak ister misiniz?” cevap doğal olarak “evet”ti.

İlk müşterinin aylık cirosu 100 bin dolar civarındaydı, kriz sebebiyle dolar da patlamıştı. Önümüzdeki 6 ay boyunca doları sabitlemeyi teklif ettik. Ama şartımız 6 aylık ciroyu peşin olarak ödemeleriydi. Teminat mektubu istediler. Bizim finansör ortaklar sayesinde teminat mektubunun çıkması 20 dakika sürdü. Biz bu tekliflerle 2 ayda müşterilerimizden 1 milyon dolar topladık ve tüm kredi borçlarımızı kapattık. Bankalar bu işlemden sonra “ne olur bizden kredi alın” diye yalvararak geldiler, üstüne üstlük o beni nefessiz bırakan 26 milyonluk faizlerin de önemli bir bölümünü sildiler.

Sizin buradan çıkarmanız gereken ders: Bankalardan mümkün olduğunca uzak durun. Sadece çok paranız varsa sizi çok severler. Çok paranız varsa… uzak durun bankalardan. Ne gerek var zaten?

CargoTech şimdi nerede diye soranlara bir bilgi vermek lazım.

Cargotech’i her gün defalarca görüyorsunuz. Şimdiki adı CEVA Lojistik. 2001 yılında TNT Lojistik CargoTech Lojistiği satın aldı. Biz de bu satın almadan 3-5 kuruş nasiplendik. Bize güvenen finansör ortaklarımız yaptıkları yatırımın karşılığını aldılar. Allah onlardan razı olsun, kazançlarını da sağlıkla, keyifle harcasınlar, benim açımdan her kuruşu onlara helaldir. Onlar da haklarını bana helal etsinler. TNT lojistik, Koç Holding ve uluslararası TNT Lojistik firmasının %50-50 ortaklığıydı. İki sene sonra Koç Holding hisselerini TNT ye devretti. 2-3 sene sonra CEVA, global olarak TNT lojistiği satın aldı.

Cirosu nedir bilmiyorum, Merak ta etmiyorum aslında, ama bir şeyi biliyorum. Banim yarattığım yazılım ufak tefek değişikliklerle hala aynen kullanılıyor.

İçim cız ediyor öte yandan… Çok gelişebilirdi bu yazılım diye…

Biliyorum ki her şey olacağına varıyor.

Sonraki cümle…

“Belki yeri değil ama size bir fıkra anlatacağım.”

Son derece gergin bir toplantının başlangıcında söylenecek laf mı bu? Yaşar söyledi bu lafı.  Ama öncesi var illa ki.

Girişim Pazarlama’yı hedef edindik kendimize. Toplam sevkiyatları o zaman tüm sevkiyatımızın neresinden baksan 15-20 katı. Çocukken öğrendiğim bir laf var, Elini korkak alıştırmayacaksın diye. O hesap yani. Almamız mümkün değil ama vizyonumuz, iş yapma biçimimiz belki de yaydığımız ışık… Bilemiyorum artık, bizi bir denemeye karar verdiler. Dediler ki, Samsun’a bir kamyon mal var, siz yapın bu sevkiyatı. Bizde bir sevinç! Alıyoruz bu işi diye hoplayıp zıplıyoruz.

Öyle bir akşam ki, Samsun’a doğru düzgün kamyon bulunmuyor İstanbul’da. Biz cakalar yapmışız Girişim Pazarlama’ya “Tüm kamyonlarımız çelik kasa” diye. O gece aktarma şefimiz sabaha karşı bir kamyon buluyor ve malı yüklüyor. Tahmin edebileceğiniz gibi kamyon açık kasa. Bizim şefimiz brandasında koca bir yırtık olduğunu da fark etmiyor gecenin yorgunluğunda. İşin kötüsü yüklediği malın ne olduğunu da çok bakmıyor.  Yük tuvalet kâğıdı. Branda yırtık ve kaçınılmaz bela geliyor. Merzifon da gök gürültülü sağanak yağış var. Kamyon Samsun’a varıyor. Ama ilk yaya üst geçidine sığmadığı için hedefe varamıyor. Kâğıt suyu emince şişiyor. Kamyonun yükü şiştikçe şişiyor, ve kamyonun sırtında 3 kamyon yükü haline geliyor. Girişim Pazarlamanın Samsun bölge müdürünün telefonunu buluyor. Geçitten geçemediğini söylüyor. Bölge müdürü de sıcacık yatağından kalkıp eline fotoğraf makinesini alıp kamyonun fotoğrafını çekiyor, ofisine vardığında da İstanbul’da yetkili herkese mail olarak “Malı  teslim alamadık. Geçitten geçebilse alır mıydım bilmiyorum” mealinde bir mesaj atıyor. İstanbul’daki bütün yetkililerde maili bize yönlendirip “Öğleden sonra 14:00 te sizi toplantıya bekliyoruz” diyorlar.

Yaşar odamın kapısında göründüğünde, “Abi, server da bir problem var” falan gibi bir şeyler gevelemeye çalıştım ama “öptürtme server ını” tepkisini verince toplantıya katılma motivasyonunu veriverdi bana.  Gittik toplantıya çaresiz. Tam 14:00 da vardık Girişim Pazarlamaya. Bizi bir toplantı odasına aldılar ki amfi gibi bir toplantı salonu. Biz aşağıda oturacağız besbelli. Ne çay ikram ettiler ne de başka bir şey. Yarım saat te beklettiler mi? Yaşar normalde yarım saat bekletilince çıkar gider. Sürekli odayı arşınlıyor. Tek kelime aramızda konuşamıyoruz. 14:30 da kapı açıldı ve ellerinde defterleri kalemleri bir grup yönetici girdi salona. Bize yukardan bakan sandalyelere oturdular. Birisi, “konuyu biliyorsunuz, buyurun sizi dinliyoruz” dedi.

Yaşar  her zamanki pırıl pırıl gülümsemesiyle, “Belki yeri değil ama size bir fıkra anlatacağım” dedi ve fıkrayı anlattı.

Temel ile Fadime Marangoz İdris’e yatak odaları için bir dolap yaptırmışlar. İdris’te tüm hünerini döktürmüş ve o güne kadar imal ettiği en güzel dolabı yapmış. İdris’e parası ödenmiş ama birkaç gün geçince Temel ile Fadime bir şey fark etmişler. Dolabın bir kapısı bazen kendi kendine açılıyormuş. Durumu İdris’e söylemişler, İdris gelmiş bir saat dolabın karşısında beklemiş ama dolabın kapağı hiç açılmamış. Olayın o kadar önemli olmadığını söyleyip ayrılmışlar. İdris o gece uyuyamamış.

Ertesi sabah Temel iş seyahatine gidecek, bavulunu alıp ayrılmış evden. Fadime’de yatak odası penceresinden Temel’e el sallarken bir de bakmış ki 5 numaralı otobüs evin önünden geçiyor. Pat dolap kapısı açılmamış mı? Fadime Temel’i uğurladıktan sonra ayrılmamış pencereden. Bir süre sonra 5 numaralı otobüs geriye dönmüş ve tam evin önünden geçerken dolabın kapağı tekrar açılmış. Fadime çok heyecanlanmış. Hemen İdris’i aramış. “İdris, buldum sebebi, 5 numaralı otobüs geçerken kapak açılıyor.” demiş. İdris’te “Saçmalama yenge, öyle şey olur mu?” diyemediğinden, “hemen geliyorum yenge” demiş. Kısa sürede de Temel’lerin evine varmış, Birlikte pencerede 5 numaralı otobüsü beklemeye başlamışlar. 5 numaralı otobüs bir müddet sonra görünmüş ve tam evin önünden geçerken dolabın kapağı açılmış. İdris şokta. “Yenge haklısın galiba, bu işi çözmenin tek yolu var, ben dolabın içine gireyim, 5 numaralı otobüs gelirken sen dolabın kapısını tıklat, ben dikkatle kapı mekanizmalarına bakayım, olayı çözeriz evelallah.” demiş. Fadime’de “Tamam” deyince Her ikisi de pozisyonlarını almışlar. Tık, sokak kapısı açılmış, Temel içeri girmiş. “Aşkolsun Fadime, uğurlu kravatımı almamışım, sen de beni hiç uyarmadın.” diye sitem edip dolabın kapağını açmış. Dolaptaki İdris’le göz göze gelmişler. İdris bir iç geçirip, Temel’in gözlerine içine bakarak “Yahu Temel, ben sana burada 5 numaralı otobüsü bekliyorum desem inanmazsın değil mi?” demiş.

Herkes kahkahadan kırılıyordu. Yaşar devam etti. “Ben şimdi size bu Samsun kamyonunun başına ne geldiğini anlatsam bana inanmazsınız, Lütfen bize bir şans daha verin.” dedi.

Vallahi de verdiler billahi de verdiler. Ama bizim için çok büyük bir lokmaydı Girişim Pazarlama. Birkaç ay sonra helalleşip ayrıldık. İki taraf için de doğru karardı.

Sonuçta artık ödemelerini yapabilen, ortaklarına geçim sağlayan, hatta tasarruf etmelerini bile sağlayan bir şirket olmuştuk. Üstüne üstlük başımız dik, alnımız aktı.

İlk Barkod, ilk internet ve ilk Proof of Delivery

2 yıl sonunda dönebilir hale gelmiştik. Bizim kafamızda kırk tilki dolaşmaya devam ediyordu. Şube sayımız az olduğu için tüm bölge ve şube müdürlerimizin her an tepesindeydik. Bu arada programı DOS ortamından kurtarıp Windows ortamına taşımıştık. Kazanıp harcayacağımız paralara kıyıp Dolphin barkod okuyucu terminaller aldık. Güzin hanım ve İGE Elektronik’te kocaman bir selam hak ediyor bu noktada.   Artık her kolimizin üstünde takip kolaylığı sağlayan bir barkod etiket vardı. Buna 1997 yılında başladık, 1999 dan önce tamamlamıştık. Her şubemizde Xerox marka (3ü bir arada) yazıcı-tarayıcı-faks makinelerimiz vardı. Kuryelerimiz teslimatı yaptıklarında, şubeye döndüklerinde teslimat belgesini Xerox makinada taratıyor ve dokümanı internete yükleyebiliyorlardı. Müşterilerimiz görsel tasarımı bir felaket olan web sitemize girdikleri zaman teslimat evrakını resmen görebiliyorlardı! Bunu yaptığımızda sene 1997-1998 di. Kargo şirketlerinin sayfalarında tarihçe bölümüne girdiğinizde bakın. 2000-Türkiye de ilk barkod terminal kullanımı başladı. diye yazıyor.

Güzin hanım şahittir neyin ne zaman yapıldığına…

Başka bir komiklik daha var. Biz bu işe başladık. Müşteri sayımız inanılmaz artıyor. Ajlan, Express Kargo’da fırtınalar estirdi. Hemen barkod düzenine geçildi. Çok basit bir detay bütün bu geçişin içine sıçtı. (Özür dilerim ama, durumu anlatmak için başka bir fiil yok!)

O zamanlar sadece nokta vuruşlu yazıcı kullanıyoruz. DOS ortamından bu yazıcılara bir şey bastırırken, “print” diyoruz nokta vuruşlu yazıcı da print dediğimiz karakterleri basıyor. Windows ortamında ise durum çok farklı. Print dediğimiz anda Windows karakter basmıyor, resim basıyor. Normal olarak DOS ta 15 saniyede bastığınız bir faturayı Windows resim olarak bastığı için bir faturanın basılması 3-4 dakikayı buluyor. İlk canlıya geçtikleri akşamı ben Express Kargo’nun bir şube sekreterinden seneler sonra dinledim. O şube her akşam 300 fatura kesen bir şube.  300 faturanın basılması bu durumda yaklaşık 1000 dakika sürecek. 1000 dakika demek 16-17 saat demek. Fatura basılmaya zaten saat 16:00 dan önce başlanamıyor. Faturaların basılması sabaha anca biter. Sonra da barkodlar basılacak. Oysa Aktarma merkezinde tüm araçların 12:00 da çıkması lazım. Express Kargo İstanbul o gece darmadağın olmuş. Doğal olarak ta ertesi gün tüm Türkiye dağılmış.

Bakın böyle miş mış diye anlatıyorum ama sanmayın ki, bunların hepsini sonradan duydum. Kargocuların bir lafı vardır. Derler ki, “Kargoyu laf taşıdığımız kadar süratli taşısaydık, patronun serveti Bill Gates’in servetini üçe katlardı.” Bill Gates’i ben uydurdum ama laf kargocuların lafıdır. Kargo camiası her an her şeyi bilir. İşin sıkıntısı: Bilmeyenler uydururlar. Usta kargocu gerçek dedikodu ve yalan dedikoduyu derhal ayırt edebilir! Kargo Takip Sema da buradan kocaman bir selamı hak ediyor.

Dağıttım gene konuyu, 3-5 ay sonra toparladılar fatura basım işini. Ben gene bu işin sırrını vereyim. Nokta vuruşlu yazıcı kullanacaksanız, önce basacaklarınızı bir txt dosyasına basın, sonra programınızın içinden DOS print komutunu kullanın. En doğru nasihat şu olur gençlere. Yazdığınız programı ofisinizde test etmeyin. En azından iş yükü ortalama bir şubeye gidip test edin. Yemiş olduğunuz boku orada tadar ve gerekli düzeltmeleri yaparsınız.

Bütün bu olaylar oldukça bizim ciromuz artıyordu. Müşteri şikayetleri oldukça hep üstüne gittik. Düzeltmeye çalıştık hatalarımızı. Müşteri hizmetleri departmanı bu prensipten hiç ayrılmadı. Hiç işimiz olmamasına rağmen dost hatırına Ankara’dan İstanbul’a piyano taşıdık. Gerçi yeniden akort edilmesinin faturası bizim taşıma fiyatımızın 3 katıydı ama olsun. Müşteriden teşekkür almayı başarabildik. Bir pazar gecesi bir dostumuzun ricası Atatürk hava limanına bir araç göndermemize ve o aracın direk Isparta’ya gidişini tetikledi, söylendiğine göre taşıdığımız ilaç bir çocuğun hayatını kurtardı ama o teslimat yapılırken biz bütün ortaklar fosur fosur uyuyorduk. Çalışanlarımız her zaman bize inandı, Onlara hiç yalan söylemedik. Sadece kargoları değil bizi de sırtlarında taşıdılar ve bugün bunları size anlatabiliyorsam, onların güzel kalpleri ve emekleri sayesindedir. Hepsinin yolları, bahtları açık olsun, üzerlerinde bir hakkım varsa dibine kadar helal olsun. Umarım onlar da haklarını bana ve arkadaşlarıma helal ederler.