Kargo sektörünü CargoTech çok etkiledi. Birçok şirket sektöre daldı. Örneklerden birisi Ulusoy. Varan da o sırada kargo sektörüne girdi ama o hikâye çok farklı bir hikaye. İlerde anlatacağım. Ulusoy daha önce beni ikna etmiş olan Celal’i genel müdür olarak işe aldı. Başarı, başarısızlık konusunda çok yazmak istemiyorum ama sonuçta Ulusoy, grup olarak Ulusoy Kargoyu Celal’e bıraktı. Celal, şirketin adını değiştirdi. Cargo@Cargo. Şirketin logosu ve renklerine baktığınız zaman bana bizden kopya çekmişler gibi geldi her zaman ama günahlarını almayalım. CargoTech TNT lojistiğe satıldıktan sonra Celal’de Cargo@Cargo’yu Yurtiçi Kargoya sattı. Hem de bizden çok iyi bir fiyatla.
Horoz’da lojistik işine girdi. Aras kargo Fillo Lojistiği kurdu.
Koca Yusuf Nakliyat firması tüm kamyonlarına “Koca Yusuf Logistics” logosunu yazdırdı. Bir akşam eve dönerken hanımla şakasını yaptık, ertesi gün yolladığı fotoğrafı görünce ağzım açık kaldı. “Harput Logistics” de artık yollardaydı. Dedim ya, CargoTech çok etkilemişti tüm sektörü.
Artık “nakliye”ciler sadece evden eve taşımacılık yapanlardı. Onlar da “Ne ilgisi var lan?” diyerek evden eve lojistik yapmama basiretini gösterdiler.
1995 yılında şirketi ilk kurarken, isim tescili için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ismimizi tescil etmedi. Şirketin arzulanan adı “CargoTech Lojistik Dağıtım Sanayi ve Ticaret A.Ş.” idi.
Tescil etmeme gerekçelerini duyunca yıkıldık.
“Lojistik askeri bir terim olduğu için şirket adında kullanılamaz.” demişlerdi.
Uzun çabalar sonucu bir şekilde ikna oldular ve adımız tescillendi. Ama ne kadar uğraştıysak CargoTech adını kabul ettirememiştik. KargoTek olarak tescil edildik.
Bütün şirketler lojistiğe yönelmişti ama şekil olarak.
O zamanlar (ve hala) bir şube müdürünün performansı yaptığı ciroyla ölçülüyordu. Biz “Paradigm Shift” yapmıştık. Bizim şube müdürlerinin performansını teslimatlarının düzgünlüğüyle ölçtük. Şube müdürlerimize bunu anlatabilmek çok uzun zaman aldı. Bir Trabzon şube müdürümüz vardı hiç unutmam. Biz teslimat performansını anlattıkça o Trabzon’dan mevsiminde dönüş yükü olarak çay yükleyebileceğini anlatırdı. Ama bizim taşıma fiyatlarını indirmemiz gerektiğini anlatırdı hep. Teslimat performansını anlatamadık aylarca. Sonuçta doğal olarak ayrıldı yollarımız.
Bir şirketin başarısını üç faktör oluşturur. Bunlardan birincisi şirketin vizyonudur. Eğer çalışana anlatıp benimsetemezseniz bu vizyonun hiç kıymeti yoktur.
İkincisi çalışan niteliğidir. İyi çalışanlara sahipseniz, şirketin yolu açılır.
Üçüncüsü için hiçbir şey yapamazsınız. Talihtir üçüncü faktör. Şirketin talihi varsa siz yürümeyi hayal ederken, şirket uçar gider. Sizle hiç ilgisi olmayan bir sendika rakibinizde grev yapar, işinizin hacmini bir gecede patlatır. Talihi yoksa işin, grev yapılan firma siz olursunuz.
İlk iki faktör için elinizden geleni yaparsınız. Üçüncü faktör için yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur.
2001 sonrası Kargo sektörünü hep dışardan izledim. Sektörde tecrübe kazanmış olanlar, hep bilir bu gerçekleri. Bir şubenin önünden geçerken anlarsınız şubenin ve şirketin durumunu. Daha ilginci, artık internet var, insanlar yazıyorlar bir yere yaşadıklarını. Hele bir site var ki…
Sitenin adı sikayetvar.com. İsterseniz kargo şirketlerinin durumuna bir bakalım bu siteden.
11/01/2018 tarihindeki durum.
Yurtiçi Kargo:
Müşteri memnuniyeti %34
Teşekkür oranı %7
Şikâyet 13.266
Aras Kargo:
Müşteri memnuniyeti %21
Teşekkür oranı %4
Şikâyet 45.495
MNG Kargo:
Müşteri memnuniyeti %17
Teşekkür oranı %3
Şikâyet 17.153
Sürat Kargo:
Müşteri memnuniyeti %49
Teşekkür oranı %22
Şikâyet 26.484
Rakam yorumlamasını biliyorsanız durumun çok kötü olduğunu görebilirsiniz. Bu rakamlar sadece sikayetvar.com a yazanlar için. Hiç yazmayanları bilebilmek mümkün değil.
Şimdi bir de e-ticaret şikayetlerine bakalım.
Hepsiburada.com
Müşteri memnuniyeti %31
Teşekkür oranı %9
Şikâyet 22.464
N11.com:
Müşteri memnuniyeti %55
Teşekkür oranı %25
Şikâyet 5.371
Gittigidiyor.com:
Müşteri memnuniyeti %31
Teşekkür oranı %12
Şikâyet 8.907
Bu şikayetlerin en az %50 si kargo şirketleriyle ilgili. Durum çok kötü yani.
Aslına bakarsanız, www.sikayetvar.com sitesinde kargo kelimesini sorguladığınız zaman ikiyüz binin üstünde şikayet var.
Peki neden böyle ve bu durum nasıl düzeltilebilir?
Önce işin neden böyle kısmına bakalım.
90’lı yılların sonuna doğru başladı Türkiye’de e-ticaret. İlerici ve öncü, geleceği doğru tahmin edenler bu sektöre girdiler. Önceleri sadece web sitelerine konsantre oldular. Sonra e-ticaret sektörünün başarısının en önemli ayağının lojistik olduğunu acı tecrübeler yaşayarak öğrendiler. Ama başka çareleri yoktu. Kargo firmalarıyla yapacaklardı bu işi. Kargo şirketlerini adam etmeye çalıştılar ama kargo şirketlerini hiç anlamadılar.
Kargo nasıl taşınıyordu bu ülkede. İnanmayacaksınız ama Kargo sektörünün gerçek doğuş yılı olan 1987 yılından beri yöntem hiç değişmedi. 30 yıldır kargo bu ülkede aynı şekilde taşınıyor.
Birtakım teknolojiler (barkod, konveyörler, vs.) sisteme enjekte edildi, ama yöntem hiç değişmedi. Hadi ben size 1995 te nasıl yapıldığını anlatayım da gülün (ya da ağlayın).
Siz telefon ediyorsunuz kargo şubesine “Kargom var, gel al!” diyorsunuz. İyi şube, “Ne kadar kargo var?” diye soruyor, amacı gönderdiği aracın verdiğiniz malı alabilmesi. Günün hangi saatinde telefon ederseniz edin, araç size 16:00 17:30 arasında geliyor. Size bir ambar tesellüm fişi veriyor, malı verdiğinizi bununla ispat edebilesiniz diye.
Bugün ise, telefon etmiyorsunuz, günün belirli saatlerinizde biriken kargo bilgilerinizi bilgi işlem sisteminiz otomatik olarak kargo şirketinin bilgi işlem sistemine otomatik olarak gönderiyor. Çok malınız olduğunda erkenden bir araç geliyor mu? Bazen. Çünkü kargo firmasında bir insanın sistemine bakıp, araç ayarlaması yapması lazım. Bazen bakıyorlar, ama genel olarak yapılan, her gün aynı aracı yollamak. O araç malı alamazsa o zaman çözüm bulunmaya çalışılıyor.
Araç geldi, kargolarınızı aldı. Şubeye götürdü. Şubede faturalar kesildi. Barkodlar basıldı. Kolilerin üstlerine yapıştırıldı. O koliler bir kamyonete ya da kamyona yüklendi, aktarma merkezine doğru yola çıktı.
Bugün (eğer hacminiz yeterince büyükse), sizin deponuz kargo şubesi oluyor. Sizden kargolarınızı aldıkça faturaları ve barkod etiketleri basıyorlar. Gene kamyon veya kamyonete yüklenip aktarma merkezine gönderiliyor.
Kamyonlar, kamyonetler en erken 21:00 civarında aktarma merkezine varıyor.
Aktarma merkezi dediğiniz yer 1995 te kamyonların sıra sıra dizildiği kocaman bir yer. O kocaman yerin bir ya da bir kaç girişi var. Kargoları taşıyan bir kamyonet içeri girdiği an kamyonetin kapıları açılıyor ve üzerine “okuyucu” adını verdiğimiz bir adam çıkıyor. Kamyonetin yanına da “yazıcı” adı verilen bir adam yanaşıyor. Yazıcının elinde bir kağıt var yazdığı, doğal olarak diğer elinde bir kalem.
Okuyucu kamyonetteki kolileri birer birer alıyor ve aldığı kolinin üstündeki yazıları bağıra çağıra okumaya başlıyor. “294353 ADANA, 294359 ANKARA, 360 ANKARA, 294358 ANTALYA, 360 a bir ilave…” Kamyonetin önünde çalışanlardan oluşan bir kuyruk oluşuyor. Bildiğin insan konveyörü. Yazıcı her okunan koliyi “İniş listesi” denilen bir listeye yazıyor. Amaç her şeyi kayıt altına almak. İnsan konveyörü ise kendisine kamyonetten verilen koliyi okuyucunun bağırdığı ilin kamyonuna götürüyor. Her kamyonun başında bir yazıcı olması lazım tabi ki, onlar da “Yükleme listesi” denilen belgeyi dolduruyorlar. Yüklenen kamyonların üstünde de “istifçi” denilen çalışanlar var. Onlarda gelen kolileri kamyona uygun biçimde yüklüyorlar. İstifçi deyip geçmeyin, kargo dünyasının en önemli insanıdır. Senin iki kamyona yüklediğin malı, bir kamyonete sığdırabilir iyi bir istifçi. Çünkü her çeşit koli vardır Türkiye ticaretinde. Minnacık bir rulman kolisi 70 kg ağırlığındadır. Oysa kocaman bir tekstil kolisi 4 kg ağırlığındadır. Tekstil kolisinin üstüne rulman kolisini koyarsan, doğası gereği rulman kolisi, tekstil kolisini ve içindeki gelinliği delip dibe iner. Turşu kolisi altındaki tüm koliler ıslatmaya meyillidir. Ve en önemlisi o kamyon yüklendikten sonra, bir santimetreküp boş hacim kalmamalıdır.
Hiç unutmam, evimi Beylikdüzü’nden Edremit’e taşıyoruz. “Okuyucu” dediğimiz canım Eko evden taşıyacağımız her eşyayı evden işçilerin sırtına verip zihinsel kayda alıyor. Eşyaların yarısı yüklenmeden bir işçi, “Abi aşağıdaki kamyon doldu, sen bir kamyon daha çağır” dedi. Ekrem, “Hay sizin…..” diye okkalı bir küfür savurup aşağı indi. Ben de onunla birlikte indim. Bir baktım ki, gerçekten kamyonda azıcık yer kalmış. Ekrem bağıra çağıra bolca da küfrederek tüm malı kamyondan yere indirtti. Sonra tekrar yükledi. O yüklediğinde, kamyonun yarısı boştu. Edremit’te kamyonu boşalttığımızda bir şifonyerin bir çekmecesinin kapağındaki bir çizik dışında en ufak bir hasar yoktu. O çiziği, Ekrem’i her gördüğümde anlatırım. Her anlattığımda yüzü kızarır. “Şaka yahu” deyip boynuna sarılırım. Yüzü ışıl ışıl olur her seferinde.
Barkod kullanabilirsiniz, konveyör kullanabilirsiniz, her türlü teknolojiyi uygulayabilirsiniz ama iyi bir istifçiyi hiçbir bilgisayar programı yenemez. Ama dürüst olmak gerekirse, iyi bir istifçi binde bir karşınıza çıkar.
Özetle gelen her kamyondan indirilenler kayda alınıyor, Kamyonlara yüklenen her koli de kayıt ediliyor. Saat gece yarısını geçtikten sonra, 393256 mı 339596 mı pek önemi kalmıyor doğal olarak. İnsan konveyörü de okunan her koliyi en yakın kamyona bırakmaya meyilli hale geliyor. Siz istediğiniz kadar “393255 ADANA” diye bağırın, en yakın kamyon Trabzon kamyonu ise o koliyi taşıyan işçi, kolinin Trabzon’a gitmesinin tüm ülke için daha yararlı olacağını düşünüp, koliyi Trabzon kamyonuna bırakıyor. Yüklenen kamyonun üstündeki okuyucunun konveyör işçisini dövmek için kamyonun üstünden atladığına çok şahit olmuşumdur. Şimdi okuyucu ve yazıcı kullanılmıyor artık. Bütün bunların yerini barkod okuyucular ve mekanik konveyörler aldı şükürler olsun. Ama istifçiler hala orada olmak zorunda. Koliler tam bir standarda ulaştığında onlara da gerek olmayacak teorik olarak. O zamanlar bana minnacık bir kayıktaki iyi bir balıkçı ile, teknolojik olarak tam donanımlı bir balıkçı teknesi arasındaki farkı gösterdi çok şükür. Küçük kayıktaki iyi bir balıkçının tuttuğu balık daima daha lezzetlidir.
Sonra, kamyonlar hedeflerine doğru yola çıkarlar. Bunun gerçekleşme saati gece yarısıdır. O zamanlar ulaşım süreleri bugünkü ulaşım sürelerinden çok farklıydı. İstanbul Ankara arası 7 saatti. İzmir’e 8 saatin altında varmak çok zordu. Hele tatil sezonu ise, Yalova sonrası Süpürgelik rampası yolu 1 saat uzatırdı. İzmir trafik polisleri de tüm kamyonları saat 07:00 de İzmir girişinde durdurur, 09:00 dan önce salmazlardı.
Neyse kolimizin yoluna devam edelim. Kolimiz varacağı şehrin aktarma merkezine varınca gene kamyonun üstüne bir okuyucu çıkar. Koliler indirilip şube kamyonetlerine yüklenirler. Şube kamyonetleri şubede tekrar yere indirilir. Orada, dağıtım kamyonetlerine yüklenirler. Saat en erken 10:00 dur. Ve dağıtıma çıkarlar. Siz sipariş ettiğiniz bilgisayarı evinizde bekliyorsanız, dağıtım aracınızın rotasına göre belirsiz bir süre daha bekleyeceksiniz demektir bu. Eğer şube aracının üzerinde, fazla yük varsa doğal olarak ertesi güne kalır teslimat. İstanbul trafik şartlarında bir araç ortalamada en fazla 30 teslimat yapabilir. Büyük iş merkezlerinde bu rakam değişebilir ancak İstanbul şehri çok zor bir şehirdir. Diğer şehirler de her gün İstanbul’a daha çok benziyorlar.
Uzun süredir sektörün dışındayım. Dışardan bakmak insana bir görüş özgürlüğü veriyor. Ulan, 30 yıldır aynı mı çalışılır? Okuyucu ve yazıcıları barkod okuyucularıyla, insan konveyörlerini mekanik konveyörlerle değiştirmenin dışında bu sektöre katacak hiç mi fikriniz olmadı diye celalleniyorum her gün.
Kargo sektörünü yeniden düzenleyecek cesarette tek bir girişimci, çıkmıyor mu bu ülkede diye hayıflanıyorum her sabah.