Dahiyane Planlar ve Aptal Gerçekler

Cargotech’i abarttığımı düşünebilirsiniz. CargoTech’ in kuruluşundan bu yana 22-23 yıl zaman geçti. Bugün geriye dönüp baktığımda, tekrar tekrar düşünüyorum ve hala Türk kargo tarihinin en önemli olayı olduğunu düşünüyorum.

Fener bahçesindeki toplantıda bulunan 8 kişiden 3’ ü devam etmediler. Üç arkadaşımız da geleceği pek güvenli görmemişlerdi, çok da haksız değillerdi. Bir hayalin peşinden gitmek karakterlerine çok uymuyordu. Biz 5 kişi yolumuza devam ettik. Giden 3 kişiden biri daha sonra çalışanımız oldu. Kalan ikisinin eksikliğini hep hissettik.

“Para kolay” demişti ya Yaşar. Lafının doğruluğunu hemen hissettirdi. Şirkete finansör ortak olarak Ali  ve Osman kardeşleri katılmaya ikna etti. Hepimiz bir rahatlamıştık. Kendimize Seyrantepe’de bir transfer merkezi bulduk, orayı hazırladık. Şubeler ayarlandı. Onların eşyaları alındı. Bütün bu işlerin tamamlanması 2 ayı buldu. Bu sürede ben de kargo yazılımını bitirdim.

Sonradan müşterimiz olan Johnson Wax’ın çok değerli iki yöneticisine (Eyüp ve Nadir) programı anlattığımızda, “Bu programı ne kadar zamanda hazırladınız?” diye sormuşlardı. Ben gayet saf olarak “İki ayda.” diye cevaplamıştım. Yüzlerinde şaşkınlık ifadesi belirince, Yaşar beni düzeltmişti. “15 yıl ve iki ayda.” Haklıydı. On beş yıllık tecrübeyi iki ayda yoğunlaştırmıştım. Uluslararası ve çeşitli Türk firmalarında yaşadığım tecrübeler olmasa o programın yazılması 2 yıldan önce tamamlanmazdı.

Programın başarısının sırrı çok basitti.

  1. Hiçbir yazılım her şeyi birden kontrol etmenizi sağlayamaz. Her şeyi kontrol etmeye kalkarsanız, hiçbir şeyi kontrol edemezsiniz.
  2. Kontrol edebileceğiniz şeyleri belirleyin ve onları gerçekten kontrol edin.
  3. Müşteriye cazip gelecek süsler koyun. IT şirketin en güçlü pazarlama silahıdır.

 

İki ay içerisinde operasyona başladık. Rekabet çok güçlüydü. Şirketin kuruluşunda farklılık yaratan birkaç temel prensibimiz vardı. Bunlardan en önemlisi Türkiye’nin her yerinde olmak gerekli değildi. Türkiye haritasında Samsun’dan Adana’ya bir çizgi çizdiğinizde o çizginin doğusunda kalan iller Türkiye toplam ticaret hacminin %20 sini geçmez. Ticaret o çizginin batısındadır. Biz de çok akıllıyız ya, şirketimizi bu çizginin batısında operasyon yapmasına karar verdik. Kalan kısmı diğer kargo şirketlerinin yapacağını planladık.

Şubelerimiz nerede olacaktı bakalım.

İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Balıkesir, Eskişehir, Samsun, Antalya, Adana, Gaziantep. Türkiye’de kargo şirketlerinin yüzlerce şubeyle yaptıkları işi sadece 12-13 şubeyle yapacaktık. İstanbul’da tabi ki birden fazla şubemiz olacaktı. Tüm Trakya ve Kocaeli’ni, hatta Sakarya’yı İstanbul’dan dağıtacaktık. Müşterilerimize diyecektik ki, “Samsun Adana çizgisinin doğusunu diğer kargo şirketleri ya da ambarlarla gönderin. Zaten toplam cironuzun %80i bizin dağıtım alanımız içinde.”

Dürüstçe söylemeliyim ki tüm hedef müşterilerimiz ikna oluyordu. Tabi ki işler bizim hesapladığımız gibi gitmedi. Ama bunun hikayesini biraz sonra anlatacağım. Önce anlatmam gereken bir başka şey var.

İşe başladık.  İlk kamyonumuzu İzmir’e yükledik. Yüklemeyi yapanlardan biri bendim. Koskoca kamyona topu topu 8 koli yükleyebildik. Düzceli Selahattin ve Şenol kardeşler bindiler kamyona, bastılar gaza. Seneler sonra Selahattin bir rakı sofrasında anlattı bana. “Yüreğim sızlıyordu. En yavaş gidişimdi İzmir’e. Her kasise hızlı girdiğimde kasada zıplayan kolilerin sesi geliyordu.” Gülmekten ölmüştük o akşam.

Ben bilgiden sorumlu olduğum için her gün hesap yapıyordum. Sabit işletme giderlerini karşılamak için (rakamı sallıyorum) günlük 10.000 TL ciro lazım ama bizim cirolar daha 1.000’lerde. Her gün neresinden baksan, 9.000 TL zarar yazıyoruz yani…

Bir kaç ay sonra, bir akşam bilgisayarımda 10.255 TL ciroyu görünce koştum Yaşar’a. Masasında kara kara düşünerek oturuyor. “Müjdemi isterim.” deyince ben, yüzü ışıldadı. “Hayırdır?” diye sordu. “Ciro 10.255 oldu” dedim.

O akşam orada olan tüm çalışanlarımızla Beyoğlu’nda bir meyhaneye gidip ciro kutlaması yaptık. Geç gittiğim için masadaki en son sandalyeye oturdum.  Hayır, yalan söylemeyeyim, fasıl heyetinin önüne bir ilave sandalye koydular. Kanun çalmayı öğrenmeye çok yaklaştığım bir akşamdır ama yeteneğim olmadığı için beceremedim. Çok sarhoş olduğumda beni ikna etmiştir kanuni, kanunun üstüne leblebi atmaya, ama yaptıysam bile hatırlamıyorum.

Düzceli Selahattin ve Şenol kardeşler de frene basmadan gittiler İzmir’e. Hiç olmazsa kamyonda 2 kapak mal vardı. Bilmeyenler için bir kamyon üç kapaktır. Eskiden kalan bir terim. Ertesi sabah geçtim bilgisayarın başına. Bir daha hesapladım. Günlük sabit işletme maliyetimiz artık 17.000 TL olmuştu. Yani hala zarar ediyorduk. Bu aylarca devam etti. Çok zor günlerdi. Ortaklar olarak, evimizin geçimi için bile şirketten para alamıyorduk. Öncelik çalışanlarımız ve kamyon, kamyonetlerdi. Onlara yaptığımız ödemelerde bile gecikmeler oluyordu. Hepsi bizim gibi dişlerini sıkıyorlardı. Allah hepsinden razı olsun.

“Eee, hani finansör ortaklar nerede?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Finansör ortaklarımız, yaptığımız tüm yatırımları karşıladılar. İlk aylarda İşletme sermayesine de büyük katkı yaptılar. Ancak bu dibi görünmeyen kuyu onları da korkuttu. Çok haklı olarak, “Biz kefil olalım bankadan kredi alın, hiç olmazsa faizi gider gösterirsiniz.” dediler. Ben de onların yerinde olsam aynısını söylerdim. Ama sonuç olarak, bizim sabit giderlerimize bir de finansman gideri eklenmişti. Deli gibi çalışıyorduk. Her gün yeni müşteri kazanıyorduk. Levi’s müşterimiz olmuştu. Her bir gönderisini takip ediyorduk. Hizmet kalitesi, teslimat performansı Türkiye’nin en iyisiydi. L’oreal kazanıldığı zaman göbek atmıştım. Şaka değil gerçekten!

Ancak ertesi sabah bir kabusa uyandık. L’oreal’in taşımasını yapan aracı L’oreal’in tüm ürünlerini depodan alıyor, ambarlara götürüyor, ilgili ambarlara veriyordu. Bizim bulunduğumuz illeri L’oreal bize vermeye başladığında adam resti çekmiş. “Ya tüm ürünleri bana verirsiniz ya da tüm malınızı başkasına taşıtın!” L’oreal lojistik müdürü adama yanlış yaptığını anlatmaya çalışmış. Uluslararası bir firmanın teslimat bilgilerine ihtiyacı olduğunu falan anlatmaya çalışmış ama nafile. İşin kötüsü, aynı adam L’oreal’in tüm personel servislerini de işletiyor. Sonuçta öyle bir noktaya gelinmiş ki L’oreal’in Lojistik müdürü “Defol git! Bir daha bu şirketten içeri giremezsin!” noktasına gelmiş. Bir gece bir telefon aldık ki, tüm Türkiye dağıtımını biz yapacağız, ilave olarak personel servislerini de biz halledeceğiz. Neyse ki, Kahraman var. Servis çekecek firma mı yok koskoca İstanbul’da? 24 saatte halletti bütün problemleri. Kalan malı ambarlara veriyoruz.

Her türlü problemi çözmüşken asıl bela patladı. CargoTech kurulduğunda en fazla müşteri çaldığımız firma doğal olarak Express Kargo oldu. Bunun üzerine Ajlan, iki toplantı organize etti. Bir toplantı kargo firmalarıyla, bir diğer toplantı ise ambarlarla. Sonuç olarak, biz hiçbir kargo firmasına ve hiçbir ambara mal veremez olduk. 2001 şubat krizini saymazsak hayatımın en kötü günleriydi.

Ama bir mucize oldu. Kahraman, kiralık Şahin arabasına bindi ve yola çıktı 13 gün sonra döndüğünde CargoTech artık Türkiye’nin her noktasına dağıtım yapabilen bir kargo şirketiydi. Hala çözebilmiş değilim yaptığını. İstanbul’dan çıkıp İstanbul’a döndüğü 13. günde Trabzon, Erzurum, Diyarbakır, Denizli, Konya ve şu anda hatırlayamadığım şubeleri açtığını. Ben de bilgisayarları ve modemleri hazırlayıp gönderdim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir