Tahsil etmek ya da edememek.İşte bütün sorun bu!

Çok büyük bir ikilem yaşıyorum, bu hikâyeyi anlatayım mı, yoksa pas mı geçeyim diye…

Çünkü hikâyede suç var.

İnsanların kendi adaletini, kendilerinin yerine getirmesi gelenekte olmasına rağmen her zaman yanlıştır. Hukuk ve adalet kavramlarını yerle bir eder. Öte yandan hukuk ta adalet te yerle bir zaten ülkemizde.

İşin kötüsü sadece bizde değil uluslararası basını takip ettiğim kadarıyla. Tüm dünya yavaş yavaş bu dipsiz sarmala giriyor.

Neyse, anlatmaya karar verdim hikâyeyi.

Bir rapor çok önemlidir sektörde. Yurtiçi Kargo ve Aras Kargo’da çalışanlar “Süspan” derler bu rapora. Express Kargo ve bizim takım “Borç Ödeme Raporu” derler. Raporun tanımını yapacağım ama, raporun yaratılmasındaki nedeni anlatayım önce.

Bir şube müdürünün maaşı bugünün parasıyla, 2.000- 2.500 TL dir. Oysa tahsilat yapılan bir cuma günü yaptığı tahsilat, bunun 5-10 katıdır. Üstüne üstlük, şube müdürlerinin maaşını gününde alması da nadir görülen bir olaydı o günlerde.  Geçim sıkıntısı, falan filan şube müdürleri şirket için yaptıkları tahsilatı kullanırlardı doğal olarak. Bölge müdürleri ve yardımcılarının önemli bir işi de bunu fark etmek ve bu sıkıntıyı büyümeden çözmektir.

Borç ödeme raporu en büyük silahtır, borç ödeme raporu şişiyorsa anlarsınız şubenin para kullandığını, çözmek için harekete geçmeniz gerekir.

O zamanlar bir bölge müdürü, ya da bölge müdür yardımcısı şubeye girdiğinde herkes ayağa kalkardı ve gelen müdürünü masasına buyur ederdi şube müdürü. (Aynen bakan geldiğinde Valinin yerine davet etmesi gibi bir şey!) Ama kargo işinde farklı bir gerekçe daha vardı. Masaya oturan müdür, “Naaber? Nasılsınız?” dan sonra sağ üst çekmeceyi açardı ilk iş. Nedeni gayet basit. Tahsil edilecek faturalar hep sağ üst çekmecede bulunurdu. Gelen müdür getirdiği borç ödeme listesi ile tahsil edilmemiş faturaları karşılaştırırdı. İkisi uyuşursa mesele yok. Ama para kullanan bir şubede liste farklı olurdu. Şube müdürü tahsilatını yapmış olduğu faturaları müşteriye vermek zorunda. Ama tahsilatı merkeze bildirmezse parayı kullanabilir. Faturalarla liste tutmazsa şube müdürünün para kullandığı aşikardır.

Eee tamam, para kullanmış şube müdürü. Şimdi ne yapacaksınız? İlk benim aklıma gelen şey müdürü kovmak. Peki, parayı nasıl geri alacağız? Yapabileceğiniz şey şirket avukatına haber verip, savcılığa bir “zimmete para geçirme” suçu için suç duyurusunda bulunmak. 2-3 sene içerisinde dava belki sonuçlanır ve siz bir icra takip davası açabilirsiniz. 2-3 sene sonra icra yoluyla alacaklarınızı tahsil edersiniz belki. O zamanlar bölge müdürünün yaptığı bu değildi. O gün, o şube müdürünün zimmetine geçirdiği parayı getirip teslim etmesinin dışında başka çözüm kabul edilmezdi.

Bu nasıl yapılacak?

Adamı dövecek ya da bacağına kurşun sıkacak haliniz yok. Bir şekilde bu parayı almanız lazım. İnsan psikolojisi ilginçtir. Bölge müdürünün söylemesi gereken şey şu. “O para gelmeden bu şubeden çıkamazsın.” Eğer etkili bir duruşunuz varsa o para bir şekilde gelir ve sorun çözülür.

Bazen de olmaz bu.

Bir bölge müdürünün yaşadığı olay şu:

Şube müdürü der ki, “Müdürüm, mümkünü yok! Canımı alacaksan al canımı. Benim o parayı bulmam mümkün değil. Ama önümüzdeki Çarşamba’yı beklersen ödemem mümkün.”

“Nasıl olacak o?” diye sorunca bölge müdürü, Şube müdürü cevaplar.

“Müdürüm Çarşamba’ya bir tüyo var. Halep Güzeli diye bir Arap atı var, bire 36 veriyor. Ben orada kazanırsam tüm hesabı kapatırız.” Zimmete geçirilen paraların nereye harcandığı belli oluyor böylece…

Durum tam bir çıkmaz!

Bölge müdürünün aklına bir fikir geliyor.

“Kalk gidiyoruz” deyip hareketleniyor. Şube müdürü, “Nereye gidiyoruz?” diye sorunca, “Florance Nightingale hastanesine” diye cevaplıyor. “Hayırdır müdürüm, ne yapacağız orada?” sorusuna ise verilen cevap…

“Bak kardeşim, ben bu işe tek çözüm görüyorum. İki böbrek sana fazla. Birini alıyorlarmış hastanede 5.000 liraya. Senin bana borcun 3.500, ben onu alırım, sen de kalan 1.500 ü yatırırsın Halep Güzeline.”

Şube müdürü, “müdürüm bir telefon edebilir miyim?” diye soruyor.

Edilen birkaç telefon sonunda adamın akrabaları 1 saat içinde 3.500 lirayı getiriyorlar.

Bu hikâye yönetimde efsane oluyor. Ama daha bitmedi.

Bu hikâyeyi dinleyen bir bölge müdür yardımcısı aynı taktiği başka bir şubede kullanmaya karar veriyor.  Bana o hikâyeyi şöyle anlattı.

“Fatih bey, baktım şube müdürü oturuyor öylece. ‘Al canımı müdürüm, benim bu parayı bulabilmem mümkün değil. İster polise ver beni, istersen ayaklarımı betonlayıp boğaza at’ lafından başka bir laf söylemiyor. ‘Kalk gidiyoruz’ dedim. ‘Nereye müdürüm?’ diye sordu. ‘International a gidiyoruz, iki böbrek sana fazla’ diye kozumu oynadım. Ama adam ‘Tamam müdürüm, haklısın, başka çözüm yok galiba’ dedi. Fatih bey, biz bindik arabaya gittik hastaneye. İndik arabadan, hastanenin kapısına doğru yürüyoruz. Ben terleyip duruyorum. Hastaneden içeri girince ne diyeceğim ben, diye düşündükçe ter basıyor. ‘İyi akşamlar, satılık böbrek polikliniği nerede?’ diye sorulmaz ki. Gömleğim sırılsıklam olmuştu Fatih bey.”

Bana bunları anlatırken terliyor o anda olduğu gibi. Yanakları kıpkırmızı olmuştu. Ben gülmekten gebermek üzereyim. O devam etti.

“Tam kapının önüne vardık ki adamın dizlerinin bağı çözüldü de kurtulduk hastaneye girmekten. Çözdük bir şekilde tahsilatı. Bir daha tövbe. Yapamayacağım şeye hiç kalkışmam.”

Bir daha kimse böyle bir taktik kullanmayı denemedi tahsilat için.